10 Eylül 2017 Pazar

Gerçek aşk, dostluk ve ilişkiler üzerine



"Gerçek aşk yoktur! İlk görüşte de..."
"Diyenlere inanmayın... " der yaşayanlar ve eklerler "Tatmadıklarındandır inkârları..." Karşı olanlar ise kendi yargılarınca fikrilerini savunmaya devam ederler.

Bir taraf bu yok sayış halini acımasız bularak, diğerine üzülür, kendince. 'Niyetleri kötü değil, ulaşamadıklarına kıskançlıklarındandır halleri...' diye avutur kendini. Uzanamadığı ciğere "mundar" demektir ya bazen ruh hallerimiz...

Varlığını savunan başlar anlatmaya:
Tamam, ama burada durum farklı. "Gerçek veya ilk görüşte aşk" olmadığını ısrarla savunmanın, bunu reddetmenin bir dayanağı olmalı. Karşınızda "var" diyen ve bizzat bunu yaşayan olduğunu iddia eden kişilere, kendi savınızı ispat edeceğiniz bir şey olmalı elinizde
"Yok"

"Niye?"

"Çünkü... Ben inanmıyorum ya böyle şeylere..."

Evet çünkü? Çünkü siz görmediniz, yaşamadınız. Siz sahip olmadınız, yolunuza çıkmadı diye o şey yok mudur gerçekten?

Size ne :)
Ama yaşayanlar anlatmalı ki birileri ümitlensin, varlığını bilsin ve beklesin de es geçmesin, kaçırmasın; belki çıkacak bir köşe başından..."

Eh bırakasanız daha anlatır da anlatır. Tabii karşı görüşün de kendince savları devam edecektir. Ben tarafımı saklı tutuyorum :)

İlk görüşte, gerçek veya değil aşka sonuna kadar inananlarla, buna pek inanmayan ya da biraz mesafeli duranları kendi çekişmelerine bırakıp... Biz gelelim ilişkilere, günümüz hallerine.

Giderek sevgisizleşen, hoyratlaşan, aşka önem vermeyen hatta onu 2-3 günlük "düzeyli bir ilişki" adı ile ayağa düşüren bu çağın içinde hızla eriyoruz. Manevi yönlerimizi kaybediyoruz. Kabalaşıyoruz. Hele de yeni nesil! Onlar için durum daha da vahim. Gerçi bu tümceyi kurarken binlerce yıl önce Sümer çivi yazıtlarında bulunan "şimdiki gençlik çok saygısız" diye not düşmüş amcamızı da anmadan edemiyorum. Ki benzer tespitleri Aristo'nun da yaptığını biliyoruz hem de M.Ö 350'de :) Demek her dönem yaşanmış bu his. Neyse, devam edelim. Artık birbirini görmeye hiç ihtiyaç duymadan, saatlerce ekran karşısında, internette diyalog kuran ve bunu da "ilişki" zanneden ve en acısı bir insanın gözüne bakarak, mimiklerinden duygularını hissederek konuşmanın tadını yaşayamayan binlerce genç var. Ne acıdır ki onlardan önceki nesiller de bu kervana katılma konusunda o gençlerden daha atak ve hevesli çıktı, bunu reddedip yüz yüze ilişkileri sürdürmede ısrarcı olmak yerine kolayı seçtiler.  Eh çağımız her alanda kolaylık çağı. (!)

Aynı odada, dizlerinin üzerinde birer dizüstü veya tablet birbirinden kopuk onlarca çiftin hikâyesini duyuyorum sık sık. Ne acıdır ki bunu "marifet" gibi anlatıyor çoğu da.
Aynı salonda biri kendini oyun konsoluna kaptırmış, öteki elinde tablet arkadaşları ile sohbet eden insanlar.
Aynı evin içinde, biri bir odada diğeri başka yerde bambaşka sanal alemlere dalan tipler. Aile fertleri. Anneler, babalar, kardeşler vd...

Sorasım geliyor çoğuna "siz niye aynı evdesiniz?"

Uzak durdukça, özel ve özgür alanlar yarattıkça, ayrı ayrı tatillere gitmekle uzun evlilikler ve beraberlikler yaşandığı savına şiddetle karşıyım. Hele de bu ayrı anların oranı beraberliklere karşın yüksek ise. Neden mi? Çünkü içinde sevgi ve aşkı barındırdığına inanmıyorum. Gerçek sevgiler bu tarz ayrılıklara fazlaca izin vermez. Aynı zevki paylaşamadıkça olmaz. "Sensiz içime sinmiyor" diyebilendir gerçek seven. Diğeri olmadan gördüğü manzaradan haz etmeyen, öteki yanında olmadığı için yaşadığı yeni bir deneyimden beklenen zevki alamayandır. "Sensiz boğazımdan geçmedi" demektir gerçek aşk. Yoksa, sen orada ben burada, hadi keyfimizce takılalım, arada da buluşuruz tarzı beraberlikler bana zorlama geliyor. Öyle ki, sanki baş başa üç gün geçirmek zorunda olsalar kopacaklarmış gibi.

Tabii ki özel zamanlar ve özel alanlar yaratılmalı. Kendi meraklarımız, ilgi alanlarımız, uğraşlarımız olmalı. Kimse diğeri için yaşam tarzından, zevklerinden, yapısal özelliklerinden vb tanımlamalardan tamamen vaz geçmemeli. Tabii ki kendi arkadaşları ile görüşmeleri olmalı. Ama burada abartılan ve yanlış yorumlanan durumlar söz konusu: "Aa şekerim, biz özgür takılıyoruz, o bana karışmaz ben ona, o arkadaşları ile çıkar biz kız kıza toplanırız, akşamları playstation oynar ben tv'de dizimi seyrederim... Ayrı tatiller yaparız... Çok fazla bir arada olmak iyi değil şekerim"
Ve bu ilişkide sevgi ve aşk var öyle mi? Acaba? Yoksa beraber olmayı başaramamaya uydurulan bir kılıf mı?

Sabahtan akşama dışarılarda belli işlerde cebelleşen, akşam eve geldiğinde sohbeti kıt bir yemek sofrasından kaçarcasına uzaklaşıp sanal alemlere, eve getirdiği işine, tv'de bir diziye, oyun konsoluna yapışan, yatakta bir kaç saat için bir araya gelen, sabah tekrar aynı koşturmaların içinde birbirinden kopuk yaşayan çiftler gerçekten ne kadar seviyor?

Ben mi çok eskide kaldım, yoksa aşk ve sevgi anlayışlarımız mı değişti, bilemiyorum?

Toplumsal ve sosyal dayatmaların, çoğunluğa uyma telaşının oluşturduğu evlilikler, birliktelikler, vitrinler, görüntüler mi... zorlama olması mı bunda etken? Hani şu tek taşı ben de takayım öykünmesinden doğduğu için mi? "ayrı kalalım da özleyelim, böylece taze tutalım, uzun yıllar birlikte olabilelim" deniyorsa... Eh o zaman neredeyse 7/24 beraber ama 30-40 yıl süren hatta ancak eşlerden birinin ölümü ile son bulan evlilikleri yaşamış eskilere ne diyeceğiz? Ha dönemin koşulları öyleydi, ekonomik bağımlılık, gelenekler vs diyecekseniz bunlara rağmen de günümüzde uzun evlilikleri sürdürenler var.

Sadece eşler veya sevgililer mi? Anne, baba, çocuk, kardeşler...?

Gelelim sosyal ilişkilerimize.

Aşk meşk konuları böyle de arkadaşlık ve dostluklar farklı mı peki? Hayır! Onlar için de durum çok benzer. Sanal alemlerde yazışmaların "sosyallik ve arkadaşlık" olduğunu sanan, birbirini hiç tanımayan yığınlar üzüyor beni. Amaçlarını ve onları tam olarak neyin tatmin ettiğini anlamakta gerçekten zorluk çekiyorum.

Birbirlerini göremiyor olmanın, kimliklerin gizli kalabilmesinin rahatlığına sığınıyorlar sanki. Gündelik ortamlarında olmadıkları gibi davranabildikleri, hayali hayatlar kurgulayabildikleri. İstedikleri gibi atıp tutabildikleri, kendilerini istedikleri gibi gösterebildikleri ortamlar. En hoşlanmadığım ise "nasılsa kimse görmüyor, yerimi de bilmiyor, tanımıyor" mantığı ile istedikleri gibi kavga ve hakaret edebilmenin hafifliği. Karşı karşıya olsa asla dile getiremeyeceği, buna cesaret edemeyeceği tarzda ötekine saldırıya geçişler ürkütüyor beni. İrite de ediyor. Aslında üzüyor da. Psikolojik anlamda ele alınması, irdelenmesi gereken durumlar.

Hiç tanımadığım magazin ünlülerini takip edip, hayatlarını sürekli izlemek de anlamadığım bir durum. Takip listeme bakıldığında çok beğendiğim, hayran olduğum, konserlerine gittiğim hiç bir ünlüyü göremezsiniz. Sadece yaptıklarından kendime ve ilgi alanlarıma artılar getireceğine inandığım kişileri ve sayfaları takip ederim.

Eminim herkesin kendince nedenleri var. Herkes de kendi dilediği gibi davranmak, düşünmek ve yaşamakta özgür elbet. Çok da önyargılı olmak değil niyetim. Kendi fikrimi dayatmak da değil.Hem konunun uzmanları bilimsel olarak bu durumları dayanakları ile açıklıyor, teşhis koyuyor, gerektiğinde tedavisini öneriyorlar. Ahkam kesecek değilim. Ama dostları ile yüz yüze olmayı, seslerini duymayı, onlara dokunmayı seven ve tercih eden biri olarak sanal sohbet etmek, sanal alemlerde "geçmiş olsun" demek bana samimi gelmiyor. Dostunun kapısını çalıp, yatağının kenarında oturup hastalığını ona unutturacak ya da hafifletecek etkinliklerde bulunmaktır gerçek olanı. Ama anahtar kelimeye dikkat "dostunun"... Gerçekte arkadaş ve dost olmadıklarımıza yapıyoruz bunu zaten.

Uzaktan "arkadaşlık" kolaydır. Zor olan gerçekliği onunla paylaşabilmektir.
Ne demişler birilerini tanımak istiyorsanız beraber uzun yolculuklara çıkın. Çünkü en iyi o zaman anlarsınız, görürsünüz, bilirsiniz. Bir-iki saatlik ortamlarda bulunmaktan çok farklıdır günlerce beraber yaşamak, anları paylaşmak.

Böyle zamanlarda hep o iki kardeşin anonim hikayesi gelir aklıma. ( Annemden bana aktarılan. Yani anonim mirasın sözlü iletimlerle nesillerden nesillere geçmesine diri bir örnek işte. ) Biri şehirde diğeri dağda inzivada yaşayan rivayet o ki ermiş olan kardeşler. İkisinin de mendilin içinde tuttuğu, odanın bir köşesinde asılı süt kesesi vardır. Mendil sütü tutar mı hikaye işte ama niyet bir şeyler anlatmak. Dağ başında inzivada olan kardeş bir gün şehre inmeye kardeşini ziyaret etmeye karar verir. Geri döndüğünde kendi evinde asılı olan mendilin içindeki süt tamamen akmış bulur. Kardeşinin şehirde yaşamasına rağmen bir damla bile süt damlatmayan mendilinin onunkinden daha kıymetli ve gerçek olduğunu anlar böylece.

Sanal alemlerdeki ilişkileri de böyle görürüm biraz. Madde ile karşılaştığında puf diye uçup gidiyor mu bakmak lazım...

Gerçek dostluk ve arkadaşlıklar da orada başlar zaten. Dar zamanlarda yanında olabilmek, derdini dinleyebilmek, sevincine ortak olabilmektir. Ameliyata girerken elini tutabilmek, çocuğuna doğum günü partisi hazırlarken yardım edebilmek... Yani fiziken, fiilen, birebir diğerinin hayatında yer alabilmektir.

Ama gerçekten kimyanız, zevkleriniz, yapınız, çoğu yönleriniz uyuşuyor ise mümkündür bu. Ruhlarınız daha önceden tanışıyor ise demek daha doğru. Hani "iyi elektrik almak" dediğimiz durum. O enerji oluşmamış ise aranızda bir uyumdan ve sevgiden söz edilemiyor ise yukarıda sözünü ettiğimiz şeylerden birini bile yapmak zul gelir. Biri diğerini sadece kullanıyor ise, her şeyi ondan bekliyor ise, "arkadaşlık kılıfı ile minareyi çalıyor" ise orada dostluktan söz edilemez. Hemen kaçın!

Çünkü gerçek aşklar gibi gerçek dostluklar da gerçek sevgiyi, paylaşımları içinde barındırmalı, doğru insana yönelik olmalıdır. O zaman fedakarlıklar başlar ki dostluğun temel taşlarından biridir. Ve ömür boyu süren bir ilişki doğar işte, gözünüz aydın.

Şanslıyım ki yeterince dostum ve arkadaşım var. Çoğu ile ortak gruplarımız telefonumda kayıtlı. Evet ben de mobil mesaj uygulamalar kullanıyorum :) Ama o kadar az ki! Bazen acil bir iki söz için ya da "orada mısın, müsaitsen arayacağım" demek için, veya hoşumuza giden esprileri paylaşmak amacı ile. Kimi zaman da bir buluşma ayarlamasını aynı anda kararlaştırıp sonuca bağlayabilmek içn. E-postaları sadece bazı dosyaları yollamak için kullanıyoruz veya komik fıkra ve videoları. Fakat asla uzun sohbetler, hal hatır sormalar, özlem gidermeler için değil. Bizler bunu birebir fiziki ortamlarda yapmayı tercih eden insanlarız. Mesafeler uzaksa, bir durum olduğunda telefonla sesini duymalıyız. İşte belki o zaman imdada yetişmeli görüntülü kanallar ama o kadar.
Biliyorum ve bizzat deneyimledim ki, zor anlarımızda da mutlu zamanlarda da birbirimizin yanında olabiliyoruz.

Evet twitter denen alemde de bir yerim var ama güncel bir iki önemli konuda görüşlerimi dile getirmek için sadece. Çünkü günümüzde sosyal medyanın gündem üzerindeki etkisi yadsınamaz. Facebook ve instagram heaplarım da var.  Hepsini de özellikle kitaplarım yayınlandıktan sonra yoğun olarak kullanmaya başladım. Çünkü adınızı, kitaplarınızı duyurmanız, tanınmanız ve görünmeniz lazım. :)

Evet bizim salonumuzda da TV baş köşede. Ama kimse benim akşamları annemle ayrı odalarda olduğumu göremez. Elime tablet ya da telefon da almam. Sanal alemlere bakmam. Beraber bir program izler, çay içer, birlikte o an içinde duygularımızı paylaşırız.

Dünya ne kadar teknoloji ile sarmalanıyorsa, ne kadar sanallaşıyorsa sonuna kadar gitsin. Yapay zeka gelişiyor, sürücüsüz araçlar yapılıyor, robotlar gelişiyor. Gelişsin elbet. Karşı değilim. Ama söz konusu insani ilişkilerim ise, doğa ile bağlantım ise orada ben hala ilkelim, öyle olmaya da devam edeceğim. Arkadaşlarımla tenis, yürüyüş, piknik ya da başka faaliyetlerde bir arada olmaya, evde olduğum zamanlarda, gündüzleri bilgisayarın başında bir iki saat kalarak, yazılarımı yazdıktan sonra kapatıp, mümkün olduğunca akşam yemeklerinde ( son zamanlarda onun sağlık nedenleri ile durum biraz değişse de ) annemle aynı sofrayı paylaşmaya, balkonda çay içmeye, özellikle de onunla aynı ortamda tv seyretmeye devam edeceğim. Bir gün ikimizden biri o salonda bulunmadığında "keşkelerimiz" olmayacak.

Ailemle, arkadaşlarım veya karşılıklı olarak birlikte olabilmeyi istediğimiz ve başarabildiğimiz tüm ilişkilerimde ilkel yöntemlerle takılmaya devam edeceğiz.
Aynı filmi veya tiyatro oyununu ya da bir konseri yan yana izleyerek. Aynı havayı soluyarak, aynı manzarayı seyrederek, aynı semaverden çay içerek... Göz göze bakmanın, kimi anlarda o gözlerde biriken yaşları bazen de içten bir pırıltıyı görerek. El ele tutarak, öpüşerek. Yani duygularımızı karşılıklı birbirimize ileterek. Arada oluşan, yüreğimize heyecan ve sevinç ya da hüzün gibi duygular ile dokunan enerjiyi iliklerimize kadar hissederek.

Göz göze, gerçek aşk, sevgi, aile ilişkileri ve dostluklarla dolu "ilkel" günler dilerim. :)

Sevgiler,

Neslihan Şadan BAĞDİKEN
www.neslihanbagdiken@blogspot.com

SESSİZLİĞİN

24.Nisan.2009 Beni, Bu sessizliğin çıldırtıyor en çok Bir çıkıp bir kayboluşun Kasımda buluta giren güneş gibi Üşütüyor yokluğun