20 Haziran 2017 Salı

2012 ve Kıyameti beklerken

İnsanlık, son zamanlarda doğanın gücünü daha fazla hissetmeye başladı. "Koskoca Amerika" dediğimiz ülke bile kar ve soğukla başa çıkamayışının acizliği ile anılıyor bu günlerde. Kar durdu ama Newyork gibi büyük bir şehirde toplanamayan çöpler yığın halinde, halk şikayetçi. Rusya da bu soğuklar nedeni ile sorun yaşıyor, elektrik kesintileri oluyor.

Geçen gün Irlanda'da, elinde bidonlarla belediyenin su dağıtım araçları başında bekleyen kadınları gördüğümde "Tamam" dedim "Dünyanın sonu geldi"

Bu son, fiziken dünyanın ve hayatın sonu olmasa da insanın neredeyse kölesi haline geldiği maddenin, maddeciliğin sonu olacak...bana göre. Algılar değişecek. Teknolojinin ve paraya bağlı her şeyin ne kadar yetersiz ve anlamsız olduğu görülecek. Bunun ayrımında olanlar tabii ki hep vardı ama daha genele yayılacak bu farkındalık. İnsanlık, doğa karşısında ne kadar aciz olduğunu özümseyecek. Elinde bulundurduğu güç ve zenginliğin boyutları ne olursa olsun tabiat ile başa çıkamayacağını iyiden iyiye anlayacak.

Avustralya'da sel felaketi yaşanıyor. Su yüksekliği 9 metre! Bir kasaba aniden ada haline geldi. "Küçük bir Nuh Tufanı" tanımlaması yapılabilecek boyuta ulaşan bu afet insanın doğa karşısındaki çaresizliğine başka bir örnek.

Yaşanan ekonomik krizler de diğer bir gösterge. Bir anda her şeyin altüst olabileceğinin ve garantilerin olmadığına dair çaprıcı bir örnek. Etkileri halen sürüyor. Henüz bittiğini de kimse söyleyemez ve başka nasıl etkilerinin olabileceğini de.

Neredeyse tüm Dünya insanlarının uzun vadeli plan yapmaktan, aşırı harcamalardan kaçınarak yaşadığını rahatlıkla söyleyebilirim. İstisnalar vardır tabii ama genel eğilim böyle. Çünkü git gide küreselleşen Dünya'da, bir ülkede yaşanan en ufak kriz başka ülkeleri de kolaylıkla etkileyebilmektedir. Daha önce de ekonomik buhranlar oldu. Son gerçekleşenin diğerlerinden farkı belki de bu kez devamının ve etkilerinin öngörülemez oluşu? Ekonomistler çok sağlıklı öngörüler sunamaz haldeler. Halen daha sarsıntının tam olarak bitmediği, bazı alanlarda yine sıkıntılar yaşanacağı, toparlanmanın yeterince hissedilemediği vb gibi açıklamalar yapıyorlar. Tabii ki bunlar temkinli açıklamalar. Belki de fazlası var ama bu kadarla sınırlamayı uygun buluyor olabilirler?

Genel olarak yaşananlara baktığımda insanlığın ne kadar gelişirse gelişsin hem doğa hem de maddesel koşullarla başa çıkmayı çok da başaramadığını net bir şekilde görebiliyorum. Aslında çoktandır biliyordum ancak, olanlar, benim gibi düşünenlere inanmayanları "acaba?" dedirtecek ve uyaracak noktaya getirmesi açısından önemlidir.

Tüm zenginliğine ve teknolojisine rağmen bir kaç günlük yoğun kar yağışı ve soğukla ne hale geldiğini gördüğümüz ABD. Aynı şartlar altındaki Avrupa. İrlanda'nın 12 gündür susuzlukla başa çıkma uğraşları. Su dağıtım araçlarının başında oluşan uzun kuyruklar verilen mesajın aslında ne kadar ciddi olduğunu düşündürdü bana. Kimin mesajı mı?: Tabii ki Tanrı'nın.

Siz nasıl dilerseniz öyle tanımlayın "doğa, tabiat ana, evren, yerçekimi" Ben ona Allah diyorum. Onun yarattığı bu muazzam sistem her ne zaman insan tarafından yanlış kullanıldı ise başlarına aynı felaketler geldi. Şu anda yaşanan da diğerlerinden farksızdır. Elinde bulundurduğu - ki kaynağı da yine Tanrı'ya ait olan- güçlerini öyle abarttı ve gözü döndü ki kendini yenilmez bir konuma oturtmaktan hiç çekinmedi. Tıpkı Mısır firavunları gibi... İnsan, kendini yeryüzünün Tanrı'sı ilan etti. Şöyle bir baktığımızda NASA'nın çalışmaları, internet, iletişim araçlarının ulaştığı boyut, teknolojik aletlerin akılalmaz gelişimi, haftalar öncesinden hava tahmini yapabilen gözlem evleri, tıbbi alanda çığır açan buluşlar benzeri tüm çalışmalar hepimizi hayrete düşürecek ölçülerde. Kendini kopyalayabilen robotlar yapılıyor, akıllı silahlar icat edildi. Cruise kontrollü arabalar ve günlük yaşamı kolaylaştıran nice icat, araç gereç... Ama sonuç? Bir volkan, deprem, tusunami, fırtına, kar, soğuk; doğanın başını en ufak bir kaldırışında hepsi yerlebir oluyor. Haberleşme bitiyor, ulaşım duruyor, elektrik kesiliyor. Bir anda kendi yarattığı teknoloji tarafından yalnız bırakılıyor insanlık. Eli kolu bağlı "ilkel" diye nitelendirdiği çözümlere muhtaç kalıyor.

Küresel ısınmanın etkileri bilim adamlarınca yıllardır görüşülüp tartışılıyor. Bu çalışmalar doğrultusunda bilinen bir gerçek de bazı Avrupa, Asya ve Amerika ülkelerinin sulara gömüleceği. Örneğin Newyork'un büyük bölümü en az 6-7 metre derinliğindeki suyun altında kalacak. Manhattan'a birer mühendislik harikası binaları, gökdelenleri diken güç, onların sular altına gömülmesini çaresizlik içinde izleyecek. Alınacak önlemlerin ne kadar işe yarayacağından kimse emin değil. Yapılacak bir şey yok.

Güneş, ayrı bir tehlike olarak günlerimizi aydınlatmaya devam ediyor. Yakında meydana geleceği öngörülen patlamaların Dünya üzerinde iletişimi ciddi anlamda etkileyeceği biliniyor. Bilim adamları bu etkilerin bizleri neredeyse taş devrine geri götüreceğini söylüyorlar.

Son günlerde yaşanan toplu balık ve kuş ölümleri de cabası. Gökten ölü kuş yağıyor. Nedenlerini araştırıyor bilim insanları. Ne olursa olsun bir şeylerin yanlış gittiği ortada. Bu bir tehlike sinyali olabilir.

Tüm bunlar birer gerçek olarak başımızın üzerinde Demoklesin kılıcı gibi asılı duruyorken insan hangi güçten ve tanrısallıktan bahsedebilir?

Her şey bu kadar pamuk ipliğine bağlıyken, kölesi haline geldiğimiz maddesel güçler ve para bizi nasıl kurtaracak? Daha doğrusu kurtarabilir mi? Bence hayır!

Söz paraya ve maddiyata gelmişken... Dünya nimetleri tüm insanlığa sunulmuştur. Sadece bazı belli başlı kişilere değil. Ama ne yazık ki en fazla güce sahip olma hırsı galip gelmiş ve buna etken olacak güncel kaynak her ne ise; insan, onu tek başına ele geçirmek için savaşmayı seçmiştir. Yani kan döküp diğerlerini öldürmeyi.

Maddeye sahip olmak için öldürme eylemi aklımın almadığı bir olgu. Bunu yapan kişinin kendini ölümsüz ve herkesten üstün addettiğine inanıyorum. Bir saniye sonrasını bile kestiremeyecek kadar hayatının kontrolünü elinde bulundurmayan faninin nasıl olup da her şeye bu derece bir hırsla sahip olma arzusunda olduğunu mantığım yanıtlayamıyor. Kaldı ki insan, kendi bedeninden tek bir kılı bile öbür tarafa götüremezken Dünya malına düşkünlüğü içinden çıkılamaz derecede bir ironi.

İnsanlığın geçmişi doğal afet öyküleri ile dolu. Tabii ki Dünya tarihinde başımıza gelenler bir ilk değil. Ama yaşadığımız hayal kırıklığı belki de bir ilk? Yüz yıldan fazladır yapılan icatlar ve teknolojik ilerlemeler bizleri öyle bir boyuta getirdi ki "Tamam, artık Tanrı'nın dokunuşuna ihtiyaç yok" deme noktasına ulaşan Dünyalı, bir tokatla sahip olduklarının yerle bir olacağını anlamanın, aslında meydana getirdiği milyarlarca liralık teknolojilerin çok da işe yaramadığını, hala çok çaresiz ve küçük kaldığını, doğa karşısında "ilkel yaşamışlar" diye burun kıvırdığı taş devri insanlarından farksız oluşunu görmenin hayal kırıklığını yaşıyor.

Stefan Hawking bile tıkanmış, evrenin oluşumunu "yerçekimi" gücüne bağlayarak aslında başa çıkamadığı Tanrı fikrine gönderme yapmıştır. Kaldı ki çoğu bilim adamının hala açıklanamayan olgular karşısında yaşadıkları benzer durumlar söz konusu ise bir es vermenin zamanı gelmiştir. İnsan, kendini beğenme ve tanrısallaştırma durumuna bir es vermelidir.


Bunca ilerlemeye rağmen kanser hala tedavisi olmayan bir hastalık olarak aramızda dolaşıyorsa bir kere daha düşünmemiz gerekir. İzlanda'da volkan patladığında koskoca bir kıtada hava ulaşımı duruyorsa, keza kar hayatı kesintiye uğratıyorsa, yükselen denizlere, yüz binleri yutan dalgalara, hortumlara, depremlere karşı hala kendini kurban gibi hissediyorsa insanlık, hele hele ölüm hala en başından beri teslim olduğumuz tek gerçek ise... Kendimizden başlayarak algı ve davranışmarımızı değiştirmenin zamanıdır. Aslında geç bile kalınmıştır ama yine de işe yarayacağına inanıyorum.

2010'un son bombası olan Wikileaks belgeleri bile bir gösterge değil midir? Hepimizin politikaya, hükümetlere, siyasetçilere bakış açımızı iyiden iyiyde değiştirip, gözlerimizi açmadı mı? Yıllardır çoğu kimseye aykırı gelen söylemleri savunan kişiler -ki ben de onlardanım- yani Dünya üzerinde siyasi haritalar içinde yaşananların bazı devlertlerin ve güçlerin senaryoları olduğunu ileri sürmekle haksız olmadıklarını kanıtlamadılar mı? Gerçek atık saklanamıyor. Wikileaks belgelerinin belki de en çok gözümüze soktuğu bu. Onun bile bir planın parçası olduğunu iddia edebilirsiniz. Olabilir. Ama hepimizin hem fikir olacağı nokta bu belgelerin Dünya düzeninin artık eskisi gibi olamayacağının apaçık delili olduğudur.

Artan bir sıklıkla yaşanan doğa olayları birer mesajdır. Yanlışlarımızı anlamamız için sunulmuş fırsatlar demek bile doğru olabilir. Fırsatı kullanıp kullanamayacağımız bize bağlı.

Diyeceksiniz ki "Pakistan'da yaşanan sel benzeri afetler neden o fakir ülkelerin başına geliyor?"
Aklı ve onun gücünü inkâr etmeleri ve inançları çerçevesinde tembelliği ve kaderciliği kolayca seçmelerinden olabilir mi?

"Peki ABD benzeri ileri düzeyde ülkelere verilen mesaj?" derseniz. Onu yanıtlamak daha da kolay değil mi? Yazmaya gerek bile duymuyorum...

Yine diyebilirsiniz ki "Hem gücümüz bir işe yaramaz diyorsun hem de aklını kullanmayan, önlem almayan insanlara mesaj verildiğini söylüyorsun"

Zaten O'nu yani Tanrı'yı ve sistemini anlamak bu kadar kolay olsaydı binlerce yıllık Dünya tarihimize gerek kalmazdı. Çoktan kovulduğumuz yere geri dönmüş olurduk. Sorun, bizden beklenen dengeyi bir türlü kuramıyor ve yollanan elçileri ve onların ilettiklerini yanlış anlayarak, saptırmış olmamızda yatıyor olabilir mi?

Belki de en başta değinmem gereken duruma en sonda değiniyorum ama sıralamada onu bir yere koyamadım sanırım. İnsan, giderek acımasız, öfkeli, duygusuz hale geliyor. Sanal alemlerde binlerce "sanal" arkadaşı olduğuna inanarak, fiziksel ve duygusal temaslardan uzak yaşamaya doğru artan eğilim beni ürtüküyor. Ahlak değerleri sorgulanacak boyutu belki de geçti?
Kısaca insan, daha da kötüleşiyor. Genele baktığımda, yakın yıllar içinde daha fazla şiddet içeren, vicdan ve acımadan uzak bir ortamın içinde kalınacağını düşünüyorum. Hayatta kalmak uğruna birilerinin diğerlerini gözünü kırpmadan ezip geçeceği ruhsuz, insanlığımızdan uzak bir zamana doğru ilerliyoruz. Bizi "kıyamet alameti" olması açısından en çok korkutması gereken de sanırım bu?


21 Aralık 2012'yi beklerken yapmamız gereken kibirden, hırslarımızdan, aç gözlülüğümüzden kurtulup, birbirimizden hiç bir şekilde üstün olmadığımızı kabul ederek, kavgasız ve paylaşım içinde, en önemlisi İnsan Yanlarımızı hatırlayarak yaşamayı öğrenmektir. Belki 2012'de hiç bir şey olmayacak? Kıyamet diye beklenen -ki kelime anlamı da budur- belki de insanlığın uyanışıdır? Ve belki de çoğumuz zaten farkında olduklarımız sayesinde çoktandır bu uyanış sürecinin içindeyiz? Dilerim öyledir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SESSİZLİĞİN

24.Nisan.2009 Beni, Bu sessizliğin çıldırtıyor en çok Bir çıkıp bir kayboluşun Kasımda buluta giren güneş gibi Üşütüyor yokluğun