20 Haziran 2017 Salı

TERÖR - GÜNDEM ve BİZ!

Yetmez mi? Biraz huzur ne olur!
Başımız döndü, hangi yöne bakacağımızı şaşırdık!

Güzel ülkemde özellikle son aylarda yaşanan olaylara ve gündemlere bakınca siz de yorulduğunuzu ve yıprandığınızı hissetmiyor musunuz?

Sizi bilmem ama ben çok yoruldum! Neredeyse tek bir günümüz yok ki kötü bir haber almayalım, moralimizi bozacak yeni bir gelişme olmasın. Her haftaya başka bir gündemle, yeni üzüntülerle başlar olduk. Her yeni güne “bu gün acaba ne olacak?” diye uyanmaya başladık. Yüzlerimiz gülmüyor. Ruh halimiz kötü.

Suçlu aramayacağım bu yazımda, siyasi yönlere gitmeyeceğim, sadece milletçe bozulan psikolojimize yönelik bir tespit üzerinde duracağım.

Her sabah, her gün bitişi ve artık her gün ortası şehit haberleri alır olduk.
Geçenlerde şehit olan asker eşi Pınar’a bu sabah bir de asker kızı eklendi, Buse, daha 17 yaşında idi. Gencecik fidanlarımızı toprağa veriyoruz yıllardır... Hepsi ana kuzusu. Yaşları 20 de olsa 35 de onlar annelerinin biricik bebekleri. Onların yitişleri sözün bittiği, boğazımızın düğümlendiği yer.
Benim ve bizlerin bu yorgunluk ve yıpranmışlığımız onların, şehit ailelerinin ve yakınlarının acısı yanında devede kulak değil, bir kıl tanesi olabilir ancak.

Liderlerimiz hemen her gün yaptıkları konuşmalarda yüksek tondan bir yerlere çatmaya başladılar ve bu tonun seviyesi her geçen gün daha da yükseliyor. Artık televizyon açmak, haberlere bakmak gelmiyor içimizden. Son zamanlarda gazete haberlerine okuyucular tarafından yapılan yorumlara dikkat ederseniz benzer ifadeleri bulacaksınız. Bu öfke seli bizi ruhen çok etkiliyor. Diliyorum birileri, örneğin başbakanın danışmanları halkın giderek kötüye giden bu ruh halini gözlemleyerek gereken bilgilendirmeleri yapıyorlardır.

İşim gereği, geçmiş yıllarda birçok Avrupa ülkesine seyahatlerim oldu. Gözlemlerimden vardığım ortak ve beni en çok ilgilendiren sonuç “insana ve insanca yaşamaya” verilen değer. Örneğin, daha caddeye adımınızı atar atmaz, ister yaya geçidi olsun ya da olmasın frene basıp size yol veren sürücüler, otobüs duraklarında elektronik cihazlara gitmek istediğiniz yönü yazıp karşısında beliren fiyatı makineye atarak bilet alabilmek, evcil hayvanlarınız için bile hem de… Yine o toplu taşıma araçlarına engelli yurttaşların rahatça binebilmesi için zırlanmış olan düzenekler her birinde mevcut, sadece birkaç araçta değil hepsinde. Rahatça yürünebilen, ideal yükseklikte kaldırımlar, metro ve yaylı başka sistemler sayesinde çabuk ulaşım ve daha sayabileceğim bir yığın medeniyet örneği uygulama. Çalışma saatleri bizden daha azdır, saat 16:00-17:00 gibi çoğu iş yerinde mesai biter. Kimse, bizde olduğu gibi "acaba saat 18:00'de çıksam, sorun olur mu?" diye stres yapmaz kendine. Hele Cuma günleri neredeyse öğleden sonraları kimseyi bulamazsınız, "haftasonu çalışmak mı?" MÜMKÜN DEĞİL! Yıllık izinler 4-5 hafta gibi kesintisiz sürelerde kullanılır. Halkın, eğitim ve okuma düzeyleri de çok yüksek. Belki de aramızdaki en büyük fark ve çok şeyin sebebi bu yüz yıldan fazladır bir türlü arayı kapatamadığımız.

Fakat bunlardan ayrı başka bir olgu daha vardı dikkatimi çeken o da televizyon yayınları. Haber saatlerinde bile sakin sunumlar. Asla gürültü ve kargaşa yok. Normal bir ses tonunda, güzel güzel aktarılan haberler. İnsanlar huzurlu, gündem böylesine karmaşık ve yorucu değil. Kimse TV ekranından kafalarına kafalarına, gürültülü müzikler, davullar eşliğinde “şok şok şok” diye vurmuyor son dakika gelişmelerini. Siyasetin, gündelik devlet ve hükümet politikalarının içinde bizler gibi yoğrulmuyor o insanlar. İş hayatlarında yorulmamak ve refah düzeyi de buna eklenince 80-85 yaşında dünyayı dolaşan mutlu turistler hiç şaşırtmasın sizi.

Ya bizde? Hepsi tam tersi değil mi?
Neden sinirlerimiz laçka oldu biliyor musunuz? Çünkü bunlar, yani; sönen hayatlar, şehit haberleri, oluşturulan gündemler, siyasi gelişmeler, hükümet ve muhalefet işliklileri, trafik kazaları ve benzeri konular bizim müdahil olabileceğimiz, etkin olarak içinde yer alabileceğimiz alanlar değil de ondan. Yani kaç saat o yayınları izlersek izleyelim, bütün gazeteleri, her yorumu ne kadar okursak okuyalım yapacağımız bir şey yoktur. Bize düşen sadece izlemektir. Sesimizi çok fazla duyurma olanağımız yoktur siyasilere, ilgililere. Ya da duymazdan gelirler. İşte zurnanın o tiz sesi çıkarttığı yer de burasıdır tam olarak. Çünkü insan, sesi duyulmadığı ve etkin olmadığına inandığı anlarda sinirlenir. Bu ruhsal durum onu yıpranmaya götürür en sonunda. Bize de olan bu. Zaten yorucu günlük hayatlar, geçim derdi, iş ve maddi sıkıntılar derken üzerine bunlar da eklenince seyreyelin halimizi.

Demokratik bir ülkenin vatandaşı olarak yapabileceğimiz tek şey vakti geldiğinde, sandık önümüze konduğunda bunlara son verebileceğine, sesimizi duyacağına, huzur ve refah getireceğine inandığımız insanları seçmektir ancak. Veya zaman zaman özellikle işçi sendikalarının veya sivil toplum kuruluşlarının düzenlediği mitingler, yürüyüşler demokrasinin belli sınırlar çerçevesinde bizlere tanıdığı sesimizi duyurma alanlarıdır. Ama o kadar. Zaten böyle de olmalı.

Belki de en iyisi haberlerden, haber programlardan biraz uzak durmak ya da ölçülü bir biçimde yanaşmak diye düşünenlerimiz oldu. Haberdar olmak ama çok fazla içine dalmamayı seçenlerimiz… Ama o da mümkün değil artık, kaçacak yerimiz kalmadı!

Güzel ülkem için, Türkiye Cumhuriyetinin birlik ve bütünlüğü için, cesurca çarpışan askerlerimiz için dua etmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Ve kavgaları, oy kaygılarını bırakıp; sağı solu, şu bu partisi demeden tek yürek tek vücut bir millet olabilmeyi diliyorum başta siyasilerimize ve tüm kurumlarımıza.

Yüz yıllardır ve özellikle de 1915’ten beri birilerinin yani "dış güçlerin" bu muhteşem toprakları parçalamak, parsellemek istediği zaten aşikâr, yeni bir durum değil ki ama bunu yeni bir durum gibi algılayıp da yakınmak değil yöneticilerimize düşen... Buna göre önlemler alıp, gerekli analizleri yapabilme kabiliyetinde olmak, tarihsel boyutta bir dünya görüşüne, bilgisine sahiplikle dış ve iç politikalar geliştirebilmektir lider ve hükümet olmak. Kısacası onlara fırsat verecek ortamları yaratmamaktır.

Her seferinde sarıldığımız bir kavram olarak, "Dış güçlerin" bizimle ilgili emelleri tanıdık ve çok bilindik ama... aması, amaları var.

Allah yardımcımız olsun!

Neslihan Şadan BAĞDİKEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SESSİZLİĞİN

24.Nisan.2009 Beni, Bu sessizliğin çıldırtıyor en çok Bir çıkıp bir kayboluşun Kasımda buluta giren güneş gibi Üşütüyor yokluğun